31 Ocak 2011 Pazartesi

Kanatlı evrene yolculuk: Kuşlar

Pek çok kuş türünü gözleyebileceğimiz şanslı bir coğrafyada yaşıyoruz. Ne yazık ki aynı coğrafya bizleri kuşların nasıl yok olduğuna da tanık ediyor. Küresel ısınma, sulak alanların yok olması, kaçak avlanma gibi nedenlerle kuşlar her geçen gün yaşam alanı bulmakta zorlanıyor. Şu ana kadar birçok kuş türünün nesli tükendi, pek çoğu artık parmakla sayılıyor… 

Uçabilmeleri sayesinde insanoğlunun hayranlığını kazanan kuşlar, bu yetenekleriyle zamanla özgürlüğün de simgesi haline geldiler. Evrimsel olarak uçmaya ilk başlayan canlılar değildir kuşlar. Ama buna rağmen bugün neredeyse tüm türleri uçma yeteneğine sahip olduğu için, bu yetenekleriyle anılırlar. Kronolojik sıraya bakıldığında ilk uçan canlılar böceklerdir ama kuşların da sonradan bu yeteneği kazanmalarıyla böceklerin havadaki egemenliğine ortak olmuşlar. Uçma yetenekleri, diğer canlılarla yiyecek ve yaşam alanı açısından rekabet edebilmelerine yol açmış ve bu da onlara önemli bir avantaj sağlamış. Uçamayan diğer canlılara göre yarattıkları yeni yaşam ve beslenme alanı, gökyüzünün hâkimi olmalarında önemli bir faktör olmuş. Vücutlarındaki tüyler, kanatlar ve uçuş sırasında vücuda alınan oksijeni daha verimli kullanabilen akciğerler, başlıca uçuş adaptasyonları arasındadır.
Sınıflandırma açısından bakıldığında dünya üzerinde yaklaşık 10 bin civarında kuş türü bulunur. Kuşlar, dünyadaki bütün kıtalarda, hemen hemen her bölgede bulunurlar. Bu yaygın çeşitliliğin temel sebeplerinden biri yukarıda bahsettiğimiz uçma yeteneğidir. Memeli türleri ile kıyaslamak gerekirse Dünya üzerindeki tüm memeli türü sayısının sadece 4 bin 500 civarında olduğunu söylemek kuşların ne kadar yaygın ve fazla çeşitliliğe sahip bir sınıf olduğunu ortaya koyar. Kuşların en çok tür yoğunluğunun görüldüğü yerler en verimli ekosistemler açısından ilk sırada gelen tropik ormanlardır.
Bulundukları ekosistem için büyük önem taşıyan kuşlar, beslenme zincirinde de üstlerde yer alırlar. Bu nedenle ve bazı hassas gereksinimleri dolayısıyla, ekosistemdeki değişimlere daha şiddetli tepki verirler. Pek çok çalışmada indikatör (belirteç) tür olarak kullanılmalarının sebebi de aslında budur. Bir anlamda da ekosistemin dengede olup olmadığını oradaki kuş popülasyonlarını izleyerek tahmin etmek mümkün diyebiliriz. Kuş popülasyonlarındaki önemli azalmalar ekosistemde de önemli değişikliklerin ve problemlerin varlığına işaret eder. Bu uyarıları dikkate almadığımız takdirde sadece yaklaşan problemlere gözümüzü kapamış oluruz.

Türkiye’nin kuşları
Türkiye ılıman orta kuşak iklimine sahip bir ülke olarak orta zenginlikte bir biyolojik çeşitliliğe sahip. Gerçi, dünya genelinde kıyaslandığında orta zenginlikte görülse de, ülkemiz bölge açısından değerlendirildiğinde tüm Avrupa kıtası ile boy ölçüşebilecek bir biyolojik çeşitlilik merkezi. Örneğin tüm Avrupa kıtasında bulunan bitki türü sayısı yaklaşık 12 bin iken Türkiye’de 9 bin civarında bitki türü bulunuyor. Üstelik bu türlerin üçte biri endemik türler, yani sadece belli bir bölgede bulunmakta. Bu yüksek biyoçeşitliliğin temel nedeni ülkemizin üç kıtanın birleşim noktasında bulunması ve iklim ve yükseklik farklılıkları nedeniyle değişik yaşam ortamlarına sahip olmasıdır. Trakya'nın alçak ovalarından, Urfa'nın yarı-çöllerinden, Kars'ın 2 bin m. yükseklikteki yaylalarına; 3000, hatta 5000 metrelere yükselen dağ sıraları ve alpin çayırlardan, tatlı, tuzlu her türden sulak alanlara; yaprakdöken, ibreli, karışık ve subasar ormanlardan, Akdeniz Bölgesi'ne özgü makilik ve zeytinliklere kadar çok çeşitli yaşam ortamları doğal olarak kuş türlerinde yüksek bir çeşitliliğin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Ülkemizde şimdiye kadar toplam 466 kuş türü gözlendi. Bunlardan 380 tanesi düzenli, 86’sı ise düzensiz ya da rastlantısal olarak gözlenenler. Düzenli gözlenen 380 türden 300’ü aynı zamanda Türkiye’de üremekte. Kalan 80 tür ise ilkbahar ya da sonbahar döneminde Türkiye üzerinden göç eden ya da kışı geçirmek için ülkemize gelen türler.

Kuş göçleri
Kuşların belirli bölgeler arasında düzenli gidiş geliş hareketleri, yani göçlerinin sebepleri hakkında pek çok teori ortaya atılsa da, her yıl milyarlarcasının aynı rotaları kullanarak yaptıkları bu yorucu ve tehlikeli yolculuğun nedeni henüz tam olarak bilinemiyor. Yalnızca göç olgusunun buzul çağından günümüze yavaş yavaş şekillenen bir davranış olduğu varsayılıyor. Şöyle ki buzul çağında Sahra Çölü (şimdi Sibirya’da görülen) tundra ve tayga bitki örtüsüyle kaplıydı. Kuşlar o zamanlar (bütün yıl) bu bölgeyi kullanırlarken, Anadolu’daki buzullar yavaş yavaş çekildikçe oluşan bu yeni beslenme alanını takip ettiler. Buzulların çekilmesi, üreme açısından uygun şartlar sağlasa da kuşlara, kış dönemi o kadar verimli geçmediğinden, soğuk dönemi geçirmek için güneye döndüler yine. Günümüzde de görülen göç hareketi bu ihtiyaçlar doğrultusunda oluştu ve göçler tabii her zaman sadece kuzey-güney doğrultusunda şekillenmedi. Farklı türler belli rotaları takip etti. Bu rotaları izleyebilmek için de biyolojik saatlerini kullandılar ve güneşe göre yönlerini tayin ettiler. Gündüz göç eden kuşlar için yön bulmada yardımcı olan güneş, gece bu görevi yıldızlara bıraktı. Elbette gökyüzünün görünmediği zamanlar için de bir yön bulma aracının olması gerekiyordu; ki bilim insanları bu aracın kuşlarda bulunan manyetik alan tespit edebilme yeteneğinin olduğunu düşünüyorlar. Örneğin güvercinlerin üzerinde yapılan araştırmalar göstermiştir ki bu kuşlar yönlerini bulmak için dünyanın manyetik alanından yararlanıyorlar.
Değişik kuş grupları da göç ederken farklı stratejiler kullanıyorlar. Küçük ötücü kuşlar gece göç edip, gündüzleri bulundukları yerde günü beslenerek geçirmeyi tercih ediyorlar. Gece göç etmek hem gündüz göçmeni olan yırtıcı kuşlarla karşılaşma riskini en aza indiriyor, hem de uçarken harcanan yüksek enerjiden dolayı ısınan vücutlarını gecenin soğuğu ile serinleterek su kayıplarını azaltıyor. Bu kuşlar kanat çırparak göç ettiklerinden uzun mesafeleri tek uçuşta aşabiliyorlar. Beslenme ve konaklamalarına imkân vermeyen Akdeniz ve Sahra Çölü gibi büyük engelleri bu sayede geçiyorlar. Bunu başarabilmek için de vücutlarında hafif ve yüksek enerji deposu olarak yağ depoluyorlar. 15–17 santimetre uzunluğundaki bir bülbül normal zamanda 18–20 gram kadar gelirken göç öncesinde vücudunda yüzde 60 oranında yağ depolayarak 32 grama kadar çıkabilmekte. Leylekler, kartallar, akbabalar gibi büyük kuşlar ise kanat çırpmadan uçmayı tercih ederler. Büyük kanatlarını çırpmanın onlara getirdiği enerji masrafını karşılayamayacaklarından enerji açısından daha ekonomik yöntemler kullanırlar.
Yeryüzüne çarpan ışınlar sayesinde ısınan hava yükselerek termal kolonlar oluşturur. Geniş kanatlara sahip olan bu büyük kuşlar, kanatlarını sabit bir açıda tutarak tıpkı bir planör gibi bu termal havanın etrafında dönerek yükselirler. Belli bir yüksekliğe ulaştıktan sonra kanatlarını sabit tutup süzülerek bir sonraki termale kadar kanat çırpmadan yolculuk ederler. Bu ekonomik yöntemin getirdiği bazı sıkıntılar da yok değildir. Termaller gün ortasında, sıcak havada ve sadece karalar üzerinde oluştuğundan göç güzergâhı ve zamanlaması açısından bazı kısıtlamalara neden olur. Bu şekilde göç eden kuşlar karalara bağımlı kalırlar ve göç sırasında bazı bölgelerde yoğun olarak toplanırlar. Avrupa-Afrika arasında süzülen göçmen kuşların yoğunlaştığı beş darboğaz vardır. Bunlar Cebelitarık Boğazı, Sicilya yarımadası, İstanbul Boğazı, Hatay ve Artvin olarak sayılabilir. Görüldüğü gibi bu beş ana koridordan üçü Türkiye’de bulunmakta. Bu yüzden Türkiye’de doğa koruma çalışmaları daha da önem kazanır.

Kuşları tehdit eden unsurlar
Kuşlar yaşamları boyunca pek çok tehditle karşılaşırlar. Bunların bazıları doğal faktörlerden kaynaklansa da çoğunluğu insan eliyle ortaya çıkan tehditler. İnsan kaynaklı tehditlerin başında yaşam ortamlarının tahrip edilmesi ya da yok edilmesi geliyor.
Ülkemizde kuşlara yaşam olanağı sağlayan başlıca önemli yaşam ortamları sulak alanlar (göller, nehirler, lagünler, vs…) ve ormanlarda ciddi bir insan tehdidi ve tahrip yaşanmaktadır. Ormanlarımız her geçen gün şehirleşmeye, sanayileşmeye, turizme açılırken geri dönüşü olanaksız şekilde tahrip ediliyor. Büyüyen şehirlerimizde onların ihtiyaçlarını giderecek yeni yeşil alanlar oluşturmak yerine mevcut orman alanlar tahrip ediliyor. Bunların yanı sıra sulak alanların büyük bir tehdit altında olduğunu geçtiğimiz aylardaki bir başka dosya konumuz “Türkiye’nin sulak alanları” başlığı altında ayrıntılı olarak görmüştük. Tabii ülkemizde yoğun olarak yapılan bilinçsiz avcılığı da atlamamak gerekir. Bu avcıların bir kısmı devlet tarafından konulan kurallara uysalar da büyük bir çoğunluğu kaçak olarak sezon dışı avlanıyor, belirtilen av sınırlamalarına uymuyor ve üstelik koruma altındaki vurulması yasak türleri avlıyorlar. Bu konuda en büyük sorumluluk, devletin doğa korumadan sorumlu organlarının yanı sıra kurallara uyan avcılar ve doğa korumacılara düşüyor. Bu konuya sorunun tüm paydaşlarının ortak çabası ile acilen bir çözüm getirilmeli. Ayrıca ülkemizin göç yolları üzerinde bulunması sebebiyle sadece kendi kuşlarımızı değil, göç sırasında ülkemizde konaklayan ya da kışı ülkemizde geçiren türleri de korumak zorundayız. Ülkemiz bu konuda birçok uluslararası sözleşmeye imza atarak bu sözleşmelerin gereğini yerine getirmeyi taahhüt etmiştir. 

Son elli yılda Türkiye’deki nesli tükenen kuş türleri
Yılanboyun, Büyük Çütre, Yakalı Toy, Kelaynak

Türkiye’de nesli tehdit altında olan başlıca kuş türleri
Toy, Kara Akbaba, Tepeli Pelikan, Dikkuyruk, Küçük Kerkenez, Akkuyruklu Kartal, Ada Martısı, Mezgeldek, Şahkartal, Yaz Ördeği, Küçük Karabatak, Bıyıklı Doğan, Uludoğan, Telli Turna

Ülkemizdeki kuş türleri
Su kuşları
Ördekler, kazlar, su kenarında yaşayan kıyı kuşları, flamingolar, pelikanlar, balıkçıllar, leylekler ve deniz kuşları (martılar, sumrular, vs…)  bu gruba dâhil edilebilir. Genellikle sulak alanlarda ve su kenarlarında bulunurlar. Çoğunlukla böcek, balık ya da suda bulunan diğer canlılarla beslenirler. Sulak alanlarda yaşanan problemlerden ilk olarak etkilenen türler arasında su kuşları gelir.

Yırtıcı kuşlar
Gaga uçları aşağı doğru kıvrıktır, güçlü ve av yakalamaya uygun pençeleri vardır.  Genellikle canlı hayvan ve leşlerle beslenirler. Yırtıcı kuşlar gündüz ve gece yırtıcıları olarak ikiye ayrılabilirler. Başlıca gündüz yırtıcıları: kartallar, şahinler, doğanlar, deliceler, atmacalar ve akbabalardır. Görme duyuları çok gelişmiş, uçma yetenekleri de üstündür. Gece yırtıcıları ise kukumav, ishakkuşu ve puhu gibi baykuşlar. Bu kuşlar gece avlandıkları için görme ve işitme duyuları çok gelişmiş. Gece karanlığında otlar arasında dolaşan bir avı görebilir ve çıtırtılarından yerini tespit edebilirler. Özellikle baykuşların tüy yapısı uçarken hiç ses çıkarmadan avlarını yakalayabilmelerine olanak sağlar.
Yırtıcı kuşlar sulak alanlarda da bulunabileceği gibi, ormanlık bölgelerde daha çok bulunurlar. Beslenme piramidinin tepesinde olmalarından dolayı değişikliklere, tarım ilacı ve böcek ilacı kullanımına karşı çok hassastırlar.

Ötücü kuşlar
Adlarından da anlaşılacağı gibi ötüş için özelleşmiş bir gırtlak yapısına sahipler. Genel olarak gruplar arasında ardıç kuşları, örümcekkuşları, kırlangıçlar, ağaçkakanlar, ötleğenler, baştankaralar, kirazkuşları, kargalar ve serçeler sayılabilir. Kuşların en yaygın takımıdır. Hem sulak alanlarda, hem de ormanlık veya bozkır arazilerde sıklıkla görülürler. Genellikle böcekler ve tohumlarla beslenirler. 
  Bunları biliyor musunuz?

Arı sinek kuşu (Mellisuga helenae)
•Dünyanın en küçük kuşunun Küba'da bulunan, boyu 6,5 cm ve ağırlığı yaklaşık 2 gram olan arı sinek kuşu (Mellisuga helenae) olduğunu,

•Yaşayan en büyük kuşun devekuşu olduğunu, boylarının 2.7 metreye ve ağırlığının da 160 kilograma ulaşabildiğini,

•Avrupa'nın en büyük yırtıcı kuşu unvanının 3 metrelik kanat açıklığıyla Kara Akbaba'da (Aegypius monachus) olduğunu ve İspanya'dan sonra ikinci en büyük popülasyonunun Türkiye'de bulunduğunu,

•Kuzey Sumrusu'nun (Sterna paradisea) her yıl Kuzey Kutbu'ndan Güney Kutu'na kadar göç edip geri geldiğini, bu sırada yaklaşık 40 bin km yol kat ettiğini,

•Tropik bölgelerde yaşayan ve çiçeklerin nektarlarıyla beslenen sinek kuşlarının bu nektarları alabilmek için saniyede 90 kere kanat çırparak havada asılı kaldığını, bu sırada kalp atış hızının dakikada 1260 vuruşa kadar yükseldiğini ve kanatlarının açısını değiştirerek yüksekliğini değiştirmeden ileri geri hareket edebildiğini,

Leylek  (Ciconia ciconia)
•Dünya'daki leylek (Ciconia ciconia) popülasyonunun yüzde 74'ünün göç sezonunda Türkiye üzerinden geçtiğini,

•Leyleklerin her yıl yuvalarına yeni malzeme taşıdığını ve uzun süre kullanılan yuvaların ağırlığının bir tonu geçebildiğini,

•Baykuşların kafalarını 270 derece çevirebildiklerini, farklı pozisyonlardaki kulak delikleri sayesinde gelen sesin kaynağını büyük bir kesinlikle tespit edebildiklerini,

•Avustralya'da bulunan lir kuşunun dişisini etkileyebilmek ve düşmanlarını korkutabilmek için etrafında duyduğu bütün sesleri (goril sesi, şempanze çığlığı, elektrikli testere, araba alarmı, fotoğraf makinesi sesi, tüfek atışı, çocuk ağlaması, köpek havlaması gibi) taklit edebildiğini,

•Gökdoğan'ın (Falco peregrinus) avına dalış yaparken saatte 320 km hıza ulaştığını,

•Afrika'da bir Kızıl Akbaba'nın (Gyps fulvus) yerden 11 bin 920 km yükseklikte görüldüğünü,

•Bir kuşun tüylerinin ağırlığının kemiklerinin ağırlığından fazla olduğunu,

•Allı turna olarak da bilinen flamingoların (Phoenicopterus ruber) doğduklarında gri oldukları halde, 
beslendikleri kabuklu hayvanlarda bulunan karoten adı verilen bir madde sebebiyle kırmızı renklerine kavuştuklarını,

•Alfabede kullandığımız küçük “a” harfinin Mısır hiyerogliflerindeki Kaya Kartalı imgesinden geldiğini…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder